Tayfun Çiftci

Kuruyan çeşmeden, sosyal medyaya

Tayfun Çiftci

Üzerinde hayrattır yazılı mahalle çeşmesi çoktan kurudu. O da mahalle gibi eskide kalmış bir hatıradan ötesi değil artık. Şimdi o çeşmenin yerinde kapitalizmin mabedi olan alış veriş merkezi var. Az ilerisinde çocukların olmadığı oyun bahçesi biraz daha ötesinde kimsenin oturmadığı park. Ama mahalle öyle miydi?

Mahalle evin dışında kocaman bir ev gibiydi. Herkesin birbirini tanıdığı. Selamların verilip alındığı. Kapı önlerinin su serperek süpürüldüğü. Sokağa sarkan dutların gelen geçen yesin diye özellikle toplanmadığı. İnsanların hakkı kadar kuşlarında hakkına riayet edilerek dallarda yemişlerin bırakıldığı. Dolu tabakların evlerden evlere taşındığı. Komşuların birbirinin külüne muhtaç olduğu. Taziyelerde acının paylaşıldığı. Düğünlerin gerçek bir neşeye dönüştüğü.  Çocukların bağırış çağırış oyunlar oynadığı. Leylakların kokusunun sokakları sardığı. Hırlısının hırsızının mutlaka tanındığı. Yardımlaşmada sınırların kaldırıldığı. Komşusuna kem gözle bakılmadığı. Evlerin bereketinin, insanların huzurunun olduğu. Samimiyetin vücut bulduğu yerdi mahalle.

Artık mahalle yok. Lüks siteler, yaşam kompleksleri var. Bir de özgürleşen insan modeli. Özgürleştiği kadar bireyselleşen her geçen gün içine kapanan, antidepresan ilaçlarla yaşamaya çalışan, dertlerini anlatmak için uzmanlara ihtiyaç duyan, hayatına lüks denilen bir kavram sokularak ondan biraz uzaklaştığında piskolojisi bozulan bir insan modeli.

Tabi bir de çok sosyal olduğumuz sosyal medyamız var. Tüm dertlerimizden kurtulduğumuz siyasi partimizi savunmak için her şeyi yaptığımız. Kopyala yapıştır yaparak özlü sözler paylaştığımız. Okumadığımız kitapların önünde durup fotoğraflar çektiğimiz. Zamanımızın çok ciddi bir parçasını orada kim nerde kiminle ne yapmış diye harcadığımız sosyal medyamız.

Sahi biz sosyal medyayı nasıl kullanacaktık. Bilgi aramak. Haberdar olmak. Eğlenmek. Boş vakitleri dolu geçirmek. Bir konu hakkında başkaları nasıl düşünüyor diye bakmak. Hayatın getirmiş olduğu günlük sıkıntılardan uzaklaşıp rahatlamak. En ucuz ve en kaliteli ürüne ulaşıp alış veriş yapmak(ürün ve marka takibi) ve tabi ki varlık alanımızı genişletip ben de buradayım demek. Kötü olan her şeye karşı durmak için değil miydi?

Nasıl oldu da dinlemeyen sadece eleştiren, ya bendensin ya düşman naraları atan, karşıyı hainlikle suçlayıp kendine dönüp bakmayan, her türlü açlığını sosyal medyada gidermeye çalışan, gerçek hayattaki en yakın arkadaşımız takibi bıraktı diye onunla konuşmayan bir insan profiline dönüştük. Merhameti hangi ara bu kadar yitirdik. Kendimizi ispatlama adına ne kadar doyumsuz ve tatminsiz olduk. Biz günahtan korkan insanlardık günaha ne oldu da bu kadar yaklaştık. Teşhirciliğimizi ayyuka çıkarmak bize ne katıyor. Yediğimiz içtiğimiz daha önemlisi mahremimizi sergilemek bizi toplum nezdinde daha mı itibarlı yapıyor. Mahalle baskısından kurtulduğumuzu sanıyorsak yanılıyoruz. Zira sosyal medyada daha çok sosyal olmak adına belirli bir zümreye aitlik hissetmek için yeni baskı alanları oluşturuldu. Kınayıcının kınamasından sakındığımız için gerçekleri savunmaz onlardan gibi görünmek için yanlışları destekler olduk. Nasıl olsa önümüzde hazır bir bilgi var. Bize düşen onu kopyalayıp yapıştırmak ve ne kadar duyarlı olduğumuzu dünyaya ilan etmek.  Soğukta kalmış bir kediyi paylaşınca merhamet sahibi. Açlıktan kıvranan insan fotoğrafı paylaşınca yardım sever olduk. Öyle ya vicdanımızın sesini bastırmaya bunlar yeterliydi. Savaşlarda ölen çocukların, işkence gören kadınların görüntülerini paylaşınca üzerimize düşen sorumluluktan kurtulmuş oluyoruz. Ali Ural’ın sorduğu gibi; İnsan deyince hatırlanıyor muyuz? Acaba Hatırlanıyor muyuz?

Evlere artık gazete girmiyor. İnsanlar her şeyi çok büyük bir hızla yaşayıp aynı hızla unutuyorlar. Duyarsızlık şimdilerde en büyük moda. Kimsenin kimseye ne tahammülü kaldı ne de ihtiyacı. Bir yerde toplanıldığında bile eldeki telefonlarla oynamanın dışında tek kelime edilmez oldu. Zira sosyal hayata yetişememek çok büyük bir kiriz sebebi.

Birde Klavye karamanları var. Sahte (Fake) hesaplar. Yüzünü görmediğimiz oturup kalkmadığımız, hırlı mı, hırsız mı sapık mı canimi diye bilmediğimiz ama ne derse sorgusuz sualsiz inandığımız klavye kahramanları.  Allemlerin Rabi bizi bu konuda Hucurât suresi  6 ayette uyarmıştı oysaki.

‘’Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu 'etraflıca araştırın'. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.’’ Diye. Ama biz kimin ne getirdiğine bakmıyoruz bizim gibi düşünsün yeter.

Buraya kadar anlattıklarımdan sakın sosyal medyayı kullanmayalım sonucu çıkarılmasın lütfen.  Eski mahallelere dönmenin ve o kültürü yaşamanın imkânsızlığının farkındayım. Lakin hiç olmasa şunları yapsak.

Yaptığımız her işte olduğu gibi sosyal medya kullanırken de Allah’ın rızasını arasak. Sosyal medyayı bir amaç değil araç olarak görsek. Sılayı rahimi yeniden hayatımıza alarak komşuluk ve aile bağlarını geliştirmek için ev ziyaretlerine gitsek. Dertlerine gömülüp çözümü başka yerlerde arayan insanlarla muhabbet köprüleri kursak. Bardağın dolu tarafını görerek eleştiriyi olumlu şekilde gerçekleştirsek. Ötekileştirme dilinden vazgeçip aynı gezegeni paylaştığımızın farkına varsak. Elimizden telefonları az bırakıp daha çok kitap okuyarak bilginin lezzetine ulaşsak. Kaçınılmaz sona her geçen gün yaklaştığımızın idraki ile kalp kırmaktan sakınsak. Bunların bilinci ile sosyal medyayı kullansak. Dünya daha güzel bir yer olacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları