Tayfun Çiftci

İçimizden, ama bizden değil

Tayfun Çiftci

İçimizden ama bizden değil derken aklınıza sakın örtünmeyi sadece başı örtmek olarak anlayıp bedeninin her yerini açıkta bırakan kişiler gelmesin. Rakı masasında uyuşuk beyinleri ile vatan kurtaranlardan da söz etmiyorum.

Zamları bahane ederek her gün fiyatlara keyfi zam yapıp süperliği vicdansızlığı ile eş doğrultuda ilerleyen marketlerde konumuz dâhilinde değil. Allah’ın selamı verildiğinde yüzünüze bön bön bakıp uzaydan dünyaya gönderilmiş ifadesi takınan modern çağın insanlarından da söz açmayacağım.

Yaşına hürmeten saygı duyduğumuz yaşlı komşularımızın sosyal medya uygulamalarında karşımıza düşen, izlerken bizim utandığımız videoları da bu yazı dâhilinde bizi ilgilendirmiyor.

Benim derdim çok daha başka.

Onlar içimizden, fakat bizden değiller hiçbir zamanda olmadılar. Onlar kendi emelleri doğrultusunda bazen açık açık bazen fark ettirmeden toplum dinamiklerini dinamitleyen Televizyon dizileri onlar bizden gibi görünüp bizden olmayanlar.

Malumunuz Eylül ve Ekim yeni dizilerin ekranlarda görücüye çıkma ayı, şöyle bir baktığımızda bizi anlattıklarını zannettiklerimizin ne kadar çok bizden uzak olduklarını anlayacağız aslında.

Birbirinin benzeri konuları işlediklerini sizlerde görmüşsünüzdür. Eğer Güneydoğu aşkı anlatılıyorsa bir furya başlar ya da mafya üzerinden ülke sorunları anlatacaksa onlarcası karşımıza çıkar. Konular benzer ama bize benzemiyor. Ultra lüks hayatlar süper evler son model araçlar ve vıcık vıcık aşklar. Bol aldatmalı kadın erkek ilişkileri. Evlilik dışı çocuk yapmanın sıradan karşılandığı kirli ilişkiler. Hatta öyle bir hale geldik ki eşlerden biri diğerine karşı ilgisizse aldatılmayı hak etmiştir diye düşünüp aldatandan yana olmaya başladık. Lüks restoranlarda mum ışığında içilen şampanyalar ve birkaç uyduruk sözü kesip kendi sosyal medyamızda paylaştığımız bile olmuştur. Öyle ya zengin hayatlar da sınır yok ve onlara her şey mubah.

Herkes silahlanmanın bu kadar artmış olmasından şikâyetçi ama ülkenin en çok izlenen dizilerinin başköşesinde mafya dizileri olmasından değil. Öyle ya o dizilerden biri başladığında sokaklar boşalıyordu sabahına o dizlerden başka ne konuşuldu ki. Onlar gibi giyinmeye onlar gibi oturup kalkmaya onlar gibi davranmaya başlamadık mı? Hatta cenaze namazlarını bile kılacak bir buhrana sürüklenmedik mi? Şimdi haber programlarında her gün onlarca silahlı saldırı haberi duyunca şaşırmamızı neye bağlayacağız?

Asıl üzerinde durulması gereken noktaların başında din temsili geliyor. Gerçi bu konunun çok daha derin bir Yeşilçam arka planı var ama o konu başka bir yazının başlığı.

Evet din göstergesi, başı örtülü biri varsa ya evi temizlemeye gelen bir ablamız ya da yardıma muhtaç bir kardeşimiz olmuyor mu genellikle?  Şimdi hayır bu dizide böyle değil diyenler olacaktır mutlaka ama istisnalar kaideyi bozmaz. Başı örtülüyseniz asla yüksek bir konumda yönetici olamıyorsunuz onu da geçtim uygar medeniyetler seviyesinde bir işiniz dahi olamıyor. Mahallenin fitne fesat kadını rolü daha uygun görülüyor. Erkekler açısından da değişen çok şey yok aslında namaz sadece başı derde girdiğinde gidilecek bir imdat kapısı. Dindarsanız kendinize dindarsınız ama hırsız bir dindarsanız herkese duyuruluyor Çünkü dindarların ahlaksızlık yapması toplumda bir karşılık buluyor kendine.

Ne hikmetse dindarlar (sahte dindarlar) yüzünden dine küsen çok kişi varken parası olan ahlaksızlar yüzünden paraya küsen hiç kimseyi tanımadım ben. Üstelik zengin ahlaksızların sayısı kat be kat fazlayken.

En çok bizden sandığımız dizilerde bile hain mutlaka içimizden çıkıyor.  Bu hainin baba, kardeş, eş olabildiği gibi en çok sırrımızı saklayan dostumuzda olabiliyor.

Dosta asla güvenilmemesi gerektiğinin işlendiği. Güvenin azaltılıp birbirine güvenmeyen bir toplum metaforunun oluşturulduğunu ne zaman anlayacağız.

Bir toplumu değiştirmenin en kestirme yolu özendirme olsa gerek. Eşler arasındaki uyumsuzluğun bu kadar artmasında bu dizilerin payı olabilir mi acaba? Veyahut aldatmanın yaygınlaşmasında?

Dizide gösterilen kitapları sipariş etmemizin altında yatan gerçek neden ne? Ya da dizide kullanılan yüzük, kıyafet, çanta, şapka Vb. şeyleri koştur koştur almamızda. Bizi içten içe etkiledikleri en sevdiğimiz dizin olduğu gün (zaten yok denecek kadar azalan) misafirliğe gitmediğimiz gibi misafirde kabul etmemizden belli değil mi?

Aile yapısının yok edildiği, bireysel insan portatifinin yaygınlaştırıldığı, dinin ve milli değerlerin aşağılandığı bu kadar yapım varken neden bizi tüm yönleri ile anlatan yapımlar yok denecek kadar az. Ve neden biz halen maaile oturup bu dizilerin zihin altımıza müdahale etmesine izin veriyoruz.

Toplumsal sağlığımızı her gün biraz daha kaybediyoruz.

Bizden olamayanlara benzeme çabamızda ayrı bir muzdariplik Cemil Meriç ‘’Gerçeği görmek, hatayı sonuna kadar yaşamakla mümkün’’ der umarım hatayı erken görenlerden olur. Zehir saçan bu yapımların karşısına kurulmaktan vazgeçeriz.

Ve umarım hayatımıza daha çok kitap alır okumanın izlemek kadar keyif verdiği gerçeğini doya doya yaşarız.

 

Yorumlar 1
Ferit AKÇURA 04 Ekim 2023 16:27

Tayfun bey kalemize sağlık çok güzel yazı olmuş

Yazarın Diğer Yazıları